Kapitalistler mi mutludur, Komünistler mi?: Žižek, Peterson’a Karşı
Benim için 2019 ilkbaharının en çok beklenen olaylarından biriydi Slavoj Žižek’in Jordan Peterson ile yapacağı münazara. Birçok insan da benim gibi düşünüyormuş zira Toronto’daki devasa Sony Center’da düzenlenen etkinliğin biletleri sadece tükenmekle kalmadı, karaborsadaki bilet satış fiyatları Kanada’nın en büyük spor müsabakalarından çok daha yüksekti. İkilinin tartışacağı konunun ismi ise “Mutluluk: Marksizm Kapitalizme Karşı” olarak belirlenmişti. Ancak, münazaranın detaylarına girmeden önce konuşmacıları kısaca tanıtmak isabetli olur.
Dr. Slavoj Žižek, uzun zamandır modern felsefenin en tartışmalı isimlerinden biri olarak entelektüel lügatta yer bulmuştur. Felsefe ve psikanaliz dallarında doktora yapmış olan Žižek, kendine özgün yazı ve konuşma tarzı, sık sık yayınlanan köşe yazıları ve bu yazılardaki radikal fikirleri sayesinde dünyaca tanınmış bir figür haline gelmiştir. Her ne kadar sol düşüncenin modern temsilcilerinden de olsa, başta politik doğruculuk olmak üzere modern sol kanatın bazı ilkelerine karşı sert tutumu yüzünden ana-akım sol anlayışının dışında kalmıştır.
Kısa zamanda sosyal medyayı kullanımı ile günümüz tartışmalarında önemli bir figür haline gelen Dr. Jordan Peterson ise özellikle batıda büyük tartışma yaratan fikirleri ile büyük şöhret kazanmıştır. Peterson, doktorasını klinik psikoloji dalında tamamlamış ve akademik çalışmalarını teolojik ve ideolojik inançların psikolojisi üzerine devam ettirmiştir. Dr. Peterson da münazaradaki rakibi Žižekgibi politik doğruculuğu reddetmiştir. Kendisinin politik duruşunu “Klasik İngiliz Liberali” ve “Gelenekselci” olarak tanımlayan Peterson, post-modernizmi ve ana-akım sol düşünceyi sıklıkla eleştirmiştir.
Fikirlerin savaşı. Kaynak: Slate.
Bu etkinliğin en zayıf halkası tartışma formatıydı. Münazaranın konusu, “Mutluluk: Marksizm Kapitalizme Karşı” olarak kararlaştırılmıştı. Bu sınırları muğlak konulara 2.5 saatte tartışmanın çok zor olacağı ortadaydı. Moderatör de bu karmaşayı düzene sokmak adına hiçbir adım atmadı. Moderasyondaki yetersizlik, tartışmanın olması gerektiğinden çok daha geniş başlayıp, karşılıklı konuşma başladıktan sonra ise tartışmanın konudan saparak çok spesifik noktalar üzerinde kurulmuş bir diyalog olarak ilerlemesine sebep oldu. Başlarken taraflar yarım saatlik bir açılış konuşması yapacak ve ardından diğer açılış konuşmasına cevap vermek için on dakikaları olacaktı. Burada yapılmış format hatası yüzünden büyük bir sorun ortaya çıktı. Birazdan daha detaylıca bahsedeceğim gibi, tarafların açılış konuşmaları; birbirlerinden tamamen farklı konulara değinen, belli bir çatışma veya anlaşma sağlamayan açıklamalardı. İki konuşmanın kendi içinde büyük değeri olsa bile genel olarak tartışmaya büyük bir katkıda bulunmadılar. Kısaca, sistematik bir tartışmadan ziyade, dünya çapında ses getirmiş kişilikler arasında geçen ilginç bir muhabbet izlememize sebep oldu münazara formatı.
Ön bilgi ve naçizane görüşlerimi aradan çıkardığımıza göre, asıl önemli konuya; “Bu adamlar birbirlerine ne dediler?” sorusuna gelebiliriz. Peterson’ın açılış konuşmasının neredeyse tamamı, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’suna yazılmış bir reddiyeydi. Bu reddiyenin temelinde ise Marx’ın tarihsel ilerlemeyi sınıf çatışması temeline oturtması yer alıyordu. Peterson’a göre insan gruplarında hiyerarşiler kesinlikle vardı, ancak oluşmuş hiyerarşiler sömürü üzerine değil, yetkinlik üzerine kuruluydu. Bu yüzden, var olan hiyerarşilerin yıkılmasının hem pratikte imkânsız olduğunu hem de uzun vadede tercih edilmeyecek sonuçlar doğuracağını savundu. Konuşmasının sonunu ise kapitalist düzenin neden diğer düzenlere kıyasla daha kabul edilebilir olduğunu açıklamaya ayırdı Peterson. Öncelikle, insanların her düzende bir hiyerarşi kuracağından ve antropolojik bulguların bu tezi kanıtladığından bahsetti. Peterson’ın söz ettiği ancak açmadığı bu kanıtlardan söz etmekte fayda var. Peterson, evrimsel psikoloji çalışmalarında sosyal kabiliyeti olan bütün canlı türlerinde sosyal hiyerarşinin kurulduğunu öne sürmüştü. Elde ettiği bu verilerden yola çıkarak hiyerarşi kurmanın doğal bir içgüdü olduğunu savunan Peterson, insanın bu doğal içgüdüsünü her sistemde takip edeceğini söylüyordu. Buna ek olarak, kapitalizmin Marx’ın da kabul ettiği üzere üretim kabiliyetinin diğer sistemlerin çok üstünde olduğu tezini savundu Peterson. Bu sebepten ötürü kapitalizmin her sistem gibi eşitsizliğe sebep olduğundan, ancak bu sebep olduğu eşitsizliği üretimdeki etkinliğiyle kapatabileceğini söyledi. Sonuçta, kapitalizmde zenginler daha zengin oluyordu; ama fakirler de daha zengin oluyorlardı.
Bu konuşmanın ardından sahne alan Žižek’in tezleri ise konuyu çok daha soyut bir noktadan ele alıyordu . Konuşmasına Çin’in ekonomik başarısı örneğiyle başlayan Žižek, Çin devletinin politikalarını komünist düzenin bekası için değil çoğunluğun “mutluluğu” için uyguladığını öne sürdü. Devamında “Peki Çinliler bu ekonomik başarı ve bu başarının ardından gelen zenginliğe rağmen daha mutlular mıydı?” diye soran Žižek, insanın mutluluk kavramına ulaşmak için materyalist ve hedonistik arayışlara girmemesi gerektiğini söyledi. Mutluluk, Žižek’e göre kafa karışıklığına sebep olan bir olguydu; çünkü insanlar ne istediklerini ve bu istediklerine ulaşmanın onlara getireceklerini tam olarak bilmiyorlardı. Bu yüzden insanın kendini mutlu edeceğini düşündüğü şeyler, aslında insana zarar verebilir ve peşinden gittiği mutluluğu elinden alabilirdi. Bu yüzden insan; mutluluğu aramak yerine kendini bir amaca adamalı ve bu amaç uğruna çaba göstererek hayatına bir anlam katmalıydı. Žižek konuşmasının devamında anlam aramanın moderniteyle kesişmesiyle ortaya çıkan sorunlara odaklandı. İnsanların kendilerini adadıkları amaçların modern dünyada davranışlarını meşrulaştıramayacaklarını öne sürdü. Geleneksel ve tartışılmaz olan otorite modern insanın durmaksızın sorgulama içgüdüsüyle öldürülmüştü ve asla geri gelmeyecekti. Bu yüzden artık insan, sebebini sorgulamadığı bir görevi kabul edemez, ve böyle bir göreve kendini adayarak hayatında anlam bulamazdı. Konuşmasını sonlandırırken modern otorite figürlerinden söz eden Žižek, onların ( özellikle verdiği örnek Donald Trump’tı) aslında post-modern karakterler olduğunu ve kendi otoritelerine yaptıkları atıfın egolarından kaynaklandığını ve geleneksel otoriteye asla sahip olamayacaklarını öne sürdü.
Bana göre tartışmanın en tepe noktası ise Žižek’in, Peterson’ın ana-akım solu Marksist olarak yaftalaması üzerine verdiği tepkiydi. İki konuşmacının da tepkili olduğu politik doğruculuk akımına Peterson’ın yakın zamanda sosyal medya kanalları üzerinden verdiği tepkiler büyük ilgi çekmişti. Peterson’a göre bu anlayışı toplumda ve akademide ön plana çıkaranlar Post-Modernist Neo-Marksistlerdi. Žižek bunu belirterek “Bu senin karşı olduğun Marksistler nerede? Ben göremiyorum onları, bana isim ver.” diyerek alaycı bir şekilde Peterson’ın haksız olduğunu söyledi. Žižek’e göre ana-akım solcular politik doğruculuk üzerinden hiperahlakçılık yapmakla birlikte, gerçek bir değişim hedeflemiyorlardı. Kendi marjinalliklerini fetişleştirmiş olan bu grubun, eski (ve hakiki) Marksistlerle aralarında hiçbir bağ yoktu. Bu yüzden, Peterson’ın Marksizm’e olan saldırısı yersizdi. Bu ithama cevap olarak Peterson, Žižek’in bu grubu tanımlama şekline katıldığını, ancak bu insanların Marksist olduklarını, ancak 21. Yüzyılın koşullarıyla ve gereksinimleriyle doğru orantılı olarak sınıf çatışmasını bireysel kimlik çatışmasıyla değiştirdiklerini söyledi. Her ne kadar burada iki konuşmacı arasındaki tartışma, kullanılan kavramların anlamı üzerinden çıkmış olsa da, dinleyicinin eline hem Žižek’in hem de Peterson’ın kabul ettiği ve kendi içinde değeri ve anlamı olan bir kitle tanımı kalıyor.
Yaklaşık iki buçuk saatlik bu tartışmada tabii ki çok fazla ve gerçekten ilginç konulara değinildi, ancak önceden de belirttiğim gibi; münazara konusunun ve formatının kısıtlamaları yüzünden bu konular birbirinden kopuk ve sorulmuş ana sorudan uzaktaydılar. Ancak zaten anlaşılıyor ki, bu etkinliğin amacı, uzun zamandır kamuoyu karşısında birbirleriyle tartışmak isteyen iki “yıldız”ı bir araya getirmekti. Bu hedefe, biraz dağınık olarak da olsa, ulaştıklarını görmek ve tabii ki bu ikili arasındaki diyaloğu dinlemek keyif vericiydi. Tabii ki böyle bir etkinliğin organizatörlerine getirdiği ekonomik başarıyı gözden çıkarmak da mümkün değil. Bu ekonomik başarı sayesinde gelecekte buna benzer akademik münazara etkinliklerini daha fazla göreceğimizi düşünüyorum.
Yazar: Sarp Duyar – Youtube Tüketicisi
Tartışmanın tam videosu burada.