Son Havadis 40: Azerbaycan-Ermenistan Meselesi

40. Hafta Özeti (24-30 Eylül 2020)

2020’nin bitmesine 12 hafta kaldı! 5 hafta sonra da Son Havadis’in sene-i devriyesi doluyor. Zaman ne hızlı geçti! Yazın verdiğimiz arayı bir kenara bırakırsak, 1 senedir Türkiye gündemini takip etmiş olacağız. Bu bültenlerden bir kitap olsa nasıl olur acaba?

Son Havadis’i desteklemek isterseniz Patreon sayfamızı ziyaret edebilirsiniz. Her destek daha kaliteli bir Havadis demek, unutmayın. Destek vermek için tıklayın

İngilizce servisimiz de başladı! Turkey Courier’de Sarp Duyar ile Türkiye gündemini tartışıyoruz. Türkiye’ye ilgili ancak Türkçe bilmeyen arkadaşlarınıza önerirseniz çok seviniriz! Video sayfası için tıklayın

Dağlık Karabağ 30 sene sonra tekrar sahnede

Dağlık Karabağ, yıllar sonra tekrar dünya gündemine bir savaşla girdi. Yıllardır laf dalaşı ve sınır sürtüşmelerinden öte bir olay yaşamayan bölgede, aniden savaş belirdi. SSCB’nin dağılmasından sonra çıkan çatışmada, Azerbaycan biraz da kendi güç mücadelesi sebebiyle Karabağ’ı, ve uluslararası komünitenin Azerbaycan toprağı saydığı ara bölgeyi kaybetmişti. Statükonun resmiyette Ermenistan işgali yoluyla devam ettiği bölgede, Ermenistan’ın savaş çıkarmak için bir sebebini göremiyorum açıkçası. Azerbaycan’ın ise hem askeri üstünlüğü yüzünden, hem de dünya gündeminin çok karmaşık olması dolayısıyla bir avantaj gördüğü aşikar. 

Türkiye’nin Rolü

Türkiye Karabağ konusunda çok ince bir çizgide yürümek zorunda. Azerbaycan’a desteğini açıklasa da, çatışmada taraf olmamak, ve askerini savaşa sokmaması elzem. Azerbaycan ve Türkiye Karabağ’daki çatışmanın dünya gündeminde çok yer etmeyeceğine inanıyordu sanırım, ancak bir anda tüm uluslararası gözler Karabağ’a döndü, ve bu da hareketlerde büyük dikkat gerektiriyor. Ermenistan-Azerbaycan hattına Türkiye gibi üçüncü bir oyuncunun katılması Rusya gibi devletleri de çatışmanın içine çekerek meseleyi çözülemez hale getirecektir. Bu sebeple de Aliyev geçtiğimiz günlerde “Türkiye çatışmada taraf değil” gibi bir açıklamada bulundu. Ermenistan Rusya Büyükelçisi ise Türkiye’nin Azerbaycan’a Suriyeli militanlardan oluşan bir grubu sevkettiğini iddia etti. Bu iddia Türkiye açısından mantıklı, zira Libya’da böyle bir hamle yapılmıştı. Rusya’nın paralı asker lejyonu olarak kullandığı Wagner Group modelini denemeye başlayan Türkiye, avantajları görüyor, çünkü paralı asker kullanımı olayı daha opak hale getiriyor, ve kamuoyu baskısını azaltıyor. TSK’nın devamlı asker kaybettiği bir senaryo, hükümet üzerinde kuvvetli bir baskı oluşturuyor, Suriyeli militanlar için ise böyle bir hassasiyet bulunmuyor. Yine de, Türkiye için bu opsiyon ne kadar mantıklı olsa da, Azerbaycan’ın merkezi otoritesinin güçlü olduğu unutulmamalı. Libya’daki hükümetin militan aktarımını reddetme şansı yoktu, Bakü ise kolayca hayır diyebilir. Azerbaycan’ın aynı zamanda İslami ekstremizme ne kadar düşman olduğunu da biliyoruz. Benzer iddialar çeşitli Suriyeli gruplarca ortaya atılmış olsa da doğruluğundan şüphe etmekte fayda var, çünkü Azerbaycan’ın sahada savaşacak bu güçlere pek ihtiyacı yok. Bu kişilerin askeri danışmanlık için gitmiş olma ihtimali daha yüksek.

Merkez Bankası faiz artırımı, YEP, döviz

TL’nin artık neredeyse her hafta ekstrem noktalara varan oynaklığına müdahale TCMB’den faiz artırımı yoluyla geldi. Normalde büyüme, işsizlik gibi meselelerin de kritik rol oynaması gereken faiz politikası her geçen gün döviz kuru stabilizörü işlevine soyunarak, ekonomiye şekil verici bir konumdan günü kurtaracak reaktif bir yapıya dönüşüyor. Bu pasif politikanın çıkardığı 200 baz puan, yani 2% faiz artırımı da kurdaki yükselişin önüne geçemedi. 29 Eylül’de açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nda beklenen değişimlerin de çıkmaması dövizdeki rollercoasterın devam edeceğini gösteriyor. Buna ek olarak, BDDK bankaları kredi vermeye mecbur eden aktif rasyo oranını düşürdü. Büyümenin sağlanması ve parasal genişlemenin üretici ve tüketicilere kredi olarak dönmesi için banka varlıklarının ne kadarının kredi olacağını dikte eden oran, normal bankalar için 95%’ten 90%’a düşürüldü. Bu sayede kontrolsüz büyüyen kredilerin ve kalitesiz borçlanmanın önüne geçilmeye çalışılacak. Atılan adımlar mantıken doğru olsa da, Ankara’nın piyasayı ikna etmesi lazım. Dışarıdan bakınca sadece günü kurtarmak için yapılan hamleler olduğu görülüyor.

Yedi düvelle güreşirken unutulan İdlib

Türkiye olarak son bir yılda o kadar çok uluslararası güreşe tutuştuk ki ilk gözağrımızı hatırlayamaz olduk. 6-7 ay öncesine kadar Son Havadis’te İdlib’den geçilmezken, bugün Karabağ’ıydı, Doğu Akdeniz’iydi, İdlib unutuldu. İdlib aslında hala Türkiye için orta vadedeki en tehlikeli yer. Libya ve Karabağ meselelerinde Türkiye’nin çekilmesi fiilen bir yükümlülük getirmeyen, diplomatik sorunlarla kalacak bir takım müdahaleler. İdlib ise bambaşka bir hikaye, Suriye’de muhaliflerin son sığındığı yer, ve Türkiye sınırında. Şam’ın İdlib’i tekrar kontrolüne alması İdlib’den yeni bir mülteci akınına dönüşebilir, Türkiye bu noktada Esad ile işbirliğine giderse İdlib’deki muhalif grupların nefreti Türkiye’ye de dönebilir. Nitekim, Rusya’nın İdlib’deki varlığından memnuniyetsiz gruplar, Türkiye-Rusya ortak devriyelerine saldırmaya devam ediyor. Türkiye’nin yoğun gündeminden faydalanan Şam Rejiminin de İdlib sınırında protestolar düzenlettiğine dair haberler yansıdı. Rusya önceki hafta TSK gözlem noktalarının sayısının azaltılmasını istemişti, ancak bu talep Ankara tarafından reddedildi. Her geçen gün faturası kabaran, çıkmanın zorlaştığı bir senaryo içindeyiz. Ekstrem bir değişim olmadığı sürece Esad devrilmeyecek ve muhalifler savaşı kazanmayacak. Türkiye’nin İdlib konusunda plansızlığı bizi giderek İdlib’i süresiz elde tutmaya, yani “işgale” götürüyor. Ankara İdlib’de geçici bulunduğunun altını dolduramazsa bu durum Türkiye’nin Vietnam’ı olabilir. 

Libya’da soğuma

Karabağ’ın çıkışıyla gündemden TL hızıyla düşen Libya’da soğuma belirtileri görülüyor. Petrol üretiminin tekrar başladığı ülkede üretim bir haftada üçe katlandı. Haftar’ın petrol üretim ve ihracatına koyduğu blokajın kalkmasıyla yerlerde olan Libya hazinesine tekrar para girişi başladı. İç savaşın, Trablus ile Tobruk arasında bir anlaşmayla çözüleceği görüntüsü giderek güçleniyor. Burada bizi ilgilendiren mesele iki tarafın anlaşırken Türkiye varlığı üzerinde anlaşıp anlaşamayacağı. Haftar ve müttefiki Arap ülkelerinin Türkiye’yi istemeyeceği açık, ve Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığı kısıtlı. Libya’da yatırımı boşuna yapmış olma ihtimalimizi kuvvetli görmeye başlıyorum. Trablus Hükümeti’nin ilerlemesini durdurmaması, ve Tobruk’a yürüyüşe devam etmesi durumunda elimizdeki senaryo bambaşka olacaktı.

Fransız Hava Savunma Sistemleri

Türkiye, Fransa’dan hava savunma sistemi almak için bastırıyor. İlişkilerin son 10 yıldır muhtemelen en çok gerildiği şu noktada böyle bir ısrarın bulunması nasıl yorumlanmalı? Patriot füzeleri ne kadar siyasi bir soru idiyse, Fransız füzeleri de öyle. Bu yolla Türkiye “diplomasiye hazırım, hala müttefik olabiliriz” mesajını veriyor. Fransa’nın ise pozisyonunu değiştireceğini sanmıyorum. Hatta “Türkiye bizi satın almaya çalışıyor” hissiyatıyla görüşleri daha da kemikleşebilir.

Turkey Pushes Macron to Allow Purchase of Missile System