38. Hafta Özeti (9-16 Eylül 2020)

Son Havadis uzun bir yaz tatilinden sonra tekrar aramızda! Her şey dahil tatilim boyunca Şirince’de çimento taşımak, gübre atmak, formenlik, elektrikçilik gibi işlerle uğraştım. Tatil konseptini yanlış anladığımı fark edemeden yine iş başına döndüm. Umuyorum Havadis size yolunu gözletmiştir. Hazırsanız başlayalım.

Akdeniz

Akdeniz’de suların sıcaklığı sonbaharda da düşmeyecek. Son Havadis’in tatile girmesinden beri tansiyon düşmek bilmedi, hatta arttı. Bir süredir Türkiye’nin Yunanistan ile savaşa girme ihtimalini tartışsak da, bu senaryo hiç muhtemel görünmüyor. Bunun sebebi meselenin içinde olan AB ve NATO. Bu iki kurumun bir çatışma durumunda müdahil ya da taraf olacağı bir senaryo düşünürsek, NATO için iki üyesinin savaşması görülmemiş bir şey, elbette ki bunun için bir prosedür de yok. Bu sebeple NATO elinden geldiğince çatışmayı engellemeye çalışıyor. AB için durum daha da karışık, zira Yunanistan bir AB üyesi, ancak birlik içindeki ülkelerin çoğu için Türkiye ile bir savaş için yeterli teşvik yok. Örneğin, Doğu Akdeniz’deki doğal kaynaklardan Yunanistan’ın pay alıp almaması ne Estonya’yı, ne de Polonya’yı ilgilendiriyor. Ama, burada kaderin bir cilvesi var. Belarus’ta yapılan seçimlerin hileli olduğunu söyleyen ve muhalefeti destekleyen bu ülkeler, Belarus’a yaptırım uygulanmasını istiyor. Ancak bir yaptırım kararı için AB üyelerinin tamamının onayı gerekli. Bu kararı bekleten bir ülke var: Kıbrıs Cumhuriyeti. Bu bekleyiş ile alakalı Kıbrıs’ın iddiası: diplomatik kadrosunun bir anda iki kriz çözecek büyüklükte olmaması. Ama az önceki prensip Kıbrıs için de geçerli, Kıbrıs Adası’ndan Belarus’a ne? Kıbrıs’ın AB içinden Türkiye’ye de yaptırım gelmesi için Belarus kararını bekletmesi zekice, ama işe yarayacağını sanmıyorum. Türkiye’ye yaptırım uygulamak, AB için oldukça büyük ve maliyetli bir karar olacak, Belarus için ise pek böyle bir durum yok.

Yunanistan ile savaşa girmeyecek olmak iyi bir şey olsa da, masada hala büyük riskler bulunuyor. Bunların birincisi, AB tarafından herhangi bir yaptırım yoluyla gelebilecek bir ekonomik yıkım dalgası. AB, Türkiye’ye büyük bir yaptırım uygulamasa bile dalga etkisiyle ekonomiye zarar verebilir. Trump’ın Türkiye tweetini hatırlayın.

İkinci büyük risk ise güneyde. Mısır’ın darbeyle başa gelen lideri Sisi, uzundur Türkiye aleyhtarı konuşmalar yapıyor, ve Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de yaptığı “dış güçler” diskurunun benzerini Ankara üzerinden kuruyor. Ortadoğunun başka bölgelerinde de güçlenen Türkiye karşıtı duruş bizi bu ülkelerle bir çatışmaya sürükleyebilir. Bir sıcak savaş çıkma olasılığı yine düşük görünüyor, ancak Türkiye’nin varlığı ve çıkarı olan ülkelerde çıkarlarımız hedef alınabilir. Libya, Somali, Katar gibi.

Fransa’nın tüm bu denklemde varlığı garip bir hal almaya başladı. Sürecin içinde bu kadar aktif boy göstermesi, Lübnan’a verdiği tepkiye benzer şekilde, Macron hakkında bir şeyler söylüyor. ABD’nin uluslararası ilişkilerden elini görece çekmesi sebebiyle doğan güç boşluğunda kendine daha iyi bir yer bulmaya çalışan Fransa, bu güç için ne kadar ileri gitmeye hazır olduğunu gösterecek, o yüzden bu iki kriz önemli. Macron, ciddiyetini göstermek için nelere hazır, bunu bekleyip göreceğiz. Bu da bir risk aslında ama Fransa’nın sivil toplum yapısını düşününce Macron’un çok da maceracı bir tavır alamayacağını düşünüyorum.

Bazı okullar neden açılıyor, bazıları neden kapalı?

MEB kararıyla ilkokullar parçalı olarak açıldı. Üniversiteler ve liselere ise hala online eğitimin dışında bir model sunulmadı. Gördüğüm çoğu haberde veya yazıda bunun sebebinin atlandığını görüyorum, o yüzden eklemek istedim. İlkokulları açmak için bunca çabanın arkasında pedagojik bir sebep olduğunu düşünmüyorum. Bana kalırsa, bunların aksine ebeveynlerin hayatını kolaylaştırmak var. İlkokul çağındaki çocukların evde tek başına bırakılamayacağı aşikar. Çoğu aile için mesai saatlerinde okula giden bir çocuk, iki ebeveynin de çalışabileceği anlamına geliyor. İnsanların ekonomik zorluktan başka bir şey görmediği bu dönemde oldukça önemli bir açı bu. Üniversiteler mesela, kimsenin açmak için çaba göstermediği kurumlar, zira zaten bu kitlenin ne çalışacak işi, ne de bakması gereken kimsesi var.

Fransa’nın varlığı gerçekten garip mi? 

Yukarıda Fransa’nın Akdeniz’deki hareketlerinden bahsetmiştik. Aslında benzer bir durum Türkiye için de geçerli. Türkiye, 1980’lerin sonuna kadar Ortadoğu ile pek alakadar değildi. Bu tarihten sonra yavaş yavaş gelişen ilgi, 2010’ların ortasından itibaren zirve yaptı. Fransa için kurduğumuz çerçeveden Türkiye’ye baktığımızda, içinde bulunduğu bölgedeki eski güç odaklarının el etek çekmesiyle boşluğu kendisi doldurmaya çalışan bir ülke var karşımızda.Türkiye ekonomisi bölgedeki en kompleks ekonomilerden bir tanesi, ve en kuvvetli ordu ve sanayilerden birine sahip. Durum böyleyken, Türkiye’nin 3 Arap ülkesinde askeri varlığının bulunması özellikler Körfez ülkelerini rahatsız ediyor. Suriye, Irak ve Libya’daki TSK varlığı Doğu Akdeniz ve Levant’ta yeni bir güç dengesinin kurulduğunu işaret ettiği için BAE, Suudi Arabistan gibi ülkeleri harekete zorluyor. Kuzey Afrika’daki Cezayir, Fas, Tunus gibi Müslüman/liberal ülkeler, Somali ve Etiyopya gibi bölgeye eklemlenen Afrika ülkeleri, Pakistan, Afganistan gibi Ortadoğu’nun çeperini oluşturan ülkelerin tavrı henüz belirsiz. Bu ülkelerin ne tarafta yer alacağı güç dengesinin ne tarafa meyledeceğine bağlı görünüyor. Örneğin, Pakistan ve Başbakanı Imran Khan devamlı Türkiye’ye göz kırpsa da, Körfez ile olan göbek bağını koparması çok zor. Ticari ilişkiler, aradaki para akışı ve bölgesel güçler bunu zorlaştırıyor. Türkiye’nin Libya ve Doğu Akdeniz’deki nihai durumu bu güç dengesine tekrardan bir şekil verebilir diye düşünüyorum. O zamana kadar çeşitli Arap ülkelerinden Türkiye’ye karşı agresif davranışlar görmeye alışın.

Bu haftanın Havadis’i böyleydi. Bakalım bu momentumla devam edebilecek miyiz.