18. Hafta Özeti (27 Nisan-3 Mayıs 2020)

Bültenimiz bu hafta da geç çıktı. Bunun sebebi, koronavirüs krizinin hayatımızda önce daha çok serbest zamana, ardından neredeyse tüm vaktimizi alan bir duruma evrilmesi. Her gün olan ve saatlerce süren online toplantılar, toplantılar sebebiyle gündüz yapılamamış işlerin haftasonuna kalmasıyla sonuçlanıyor. Bunlarla beraber, ben bir de Şirince Köyü’ndeyim. Burada hayat, şehirlerdeki kadar durgun değil. Gecikme için özür dileyerek bu haftanın bültemini takdim ediyorum. 

Bunlara ek olarak, bazı okurlarımızdan bültenlerin kısaldığına dair şikayet işittik. Koronavirüs krizi dünya çapındaki gündemi tamamiyle domine etti bildiğiniz üzere. Bu durum da bazı konuların bize ulaşmasını engelliyor, zira tüm haber ekipleri virüse yoğunlaşmış durumda. Haberler normal dağılımına döndüğünde bülten de tekrar daha uzayabilir.

Lira’da kırılan eşik

Türk Lirası’nda kaçınılan eşik görüldü, ve 1 doların TL karşılığı 7’yi aştı. 7 üstüne fırlamamasının arkasında stratejik bir karar olabileceğini düşünüyorum. Ankara, doları kontrollü bir şekilde 7 üstüne çıkarmak için döviz satışını azaltmış, ve 7 seviyesinden sonra alımları artırmış olabilir. En azından ben böyle bir taktik izleyebilirdim, bu sayede 7 psikolojik sınırını kontrollü bir şekilde atlatmış oluyoruz. 

Uluslararası ticarete ilişkin verilerin açıklanmasıyla karşı karşıya olduğumuz ekonomik felaketin boyutlarını görebilir hale geldik. İthalat önceki yılın nisanına oranla %32, ihracat ise %41 düştü. Bu durumda hem iç ve dış pazardaki talep düşüşü, hem de arzda oluşan sıkıntılar var. Arz sıkıntıları ise, duran üretim ve tedarik zincirindeki sıkıntılardan oluşuyor. Türkiye, sınırları içinde salgını bitirse bile Türkiye’nin ticari ortaklarında bir düzelme görülmezse bu verileri normale çeviremez. Bu noktada sormamız gereken şey şu: Devlet, virüsle mücadele için birçok adım atıyor. Ama buna rağmen, piyasada kötüleme devam ediyor. Bu süreç hem şirketlerde hem devlette ne kadar süre idare edilebilir?

Bu hafta MB başkanı Murat Uysal’ın açıklamalarına göre, Türkiye yabancı ülkelerle swap anlaşmaları imzalamak yoluyla döviz rezervi edinmek yolunda ilerliyor. Ancak, bildiğimiz kadarıyla henüz hiçbir ülkeyle bu konuda bir adım atılamadı. Dünya Bankası, krizle mücadele yönünde ülkelere dağıttığı fonlardan 100 milyon doları Türkiye’ye verme kararı aldı, ancak tabii ki bu miktar Türkiye için yeterli değil. Normal koşullarda, yeterli miktarlara yaklaşacak kadar para bulmak için IMF bir alternatif oluşturmalıydı. Ancak, Türkiye’de IMF’nin politik bir yanı olması sonucunda bu seçenek tercih edilmiyor. Buna ek olarak, Türkiye’nin takip ettiği siyaset IMF’nin eleştireceği, ve değişimesini şart koşacağı bir politika muhtemelen. IMF fonları genelde koşullu fonlardan oluşuyor, bu fonların alınması için ekonomik sistemin serbestleştirilmesi, para biriminin dalgalı kura geçirilmesi gibi şartlar konuyor. IMF’den para aldığımız bir senaryoda muhtemelen TL’nin değerini korumak için döviz satışı yasaklanacak, bu da 1990’lardaki devalüasyonlar gibi etkilere sebep verecektir. Dünya piyasalarının tasvip etmediği siyasetler izlemek illa kötü bir şey değil, ama bunun gibi yan etkileri de olabiliyor.

UPDATE 3-Turkish central bank chief defends crisis-era drop in reserves

Koronavirüste zirveye ulaşıyoruz

Dünya çapında koronavirüs vaka sayısı 3,5 milyonu geçti. Çoğu ülkede ölçüm süreçleri tüm vakaları saymak için yetersiz kalıyor, bunun altını daha önceki bültenlerde de çizmiştik. Bu durumda 3,5 milyon vaka derken çok daha yüksek sayıda insanın bu hastalığa yakalanmış olduğunu varsaymak doğru olacaktır. Gerçek vaka sayısı konusunda tam bir sayı vermek imkansız olsa da, 5 ila 10 katı sayılardan bahsediliyor. Yani, hastalığa yakalanmış insan sayısının 35 milyona kadar çıkabilecek olduğunu akılda tutmakta fayda var.

Türkiye, dünyada koronavirüs vaka sayısında 7. sırada. Nüfus açısından baktığımızda ise en büyük 18. ülkeyiz. Yani, nüfusumuza oranla koronavirüs vaka sayısı yüksek. Bunun sebepleri ülkelerdeki farklı ölçümler, ülkeler arasındaki iklim ve salgın dinamiğindeki farklılıklar, ve birçok başka etken. Türkiye’nin diğer ülkelerden daha kötü etkilendiğini düşünmüyorum, bana kalırsa istatistikteki bu durum Türkiye’nin ölçüm yapmasından kaynaklanıyor. Dünya çapında da bu krizin boyutlarının Batı Avrupa ve ABD gibi ülkelerde büyüdüğünü gözlemledik, yine bu ülkelerdeki ölçüm metodlarının, veriler konusunda açık olmalarının etkisi diye düşünüyorum. Yani, kağıt üstünde iyi durumda görünen, daha düşük kalkınmışlık seviyesindeki ülkelerde de muhtemelen hastalık yaygın, ancak ölçülemediği için kağıt üstüne geçmiyor. 

Bunlara rağmen, Türkiye’de koronavirüs salgınının ilk dalgasının zirvelerine ulaşmakta olduğumuz görünülüyor. Neden “ilk dalga” diyoruz? Çünkü Çin gibi bu krizle erken tanışan ülkelerde önlemlerin gevşetilmesi sonucu salgının “ikinci dalgasının” gelmesinden endişe edilmeye başlandı. Eğer koronavirüs ile ilgili alarm seviyemiz şimdiki gibi devam ederse, bu virüs önümüzdeki yıllarda da hayatımızı etkilemeye devam edecektir. Benim tahminim bunun olmayacağı yönünde, bana kalırsa koronavirüs de domuz gribi gibi hayatımıza entegre olan, birlikte yaşamamız gereken bir hastalık haline gelecek.  

S-400 ve Patriotlar

Bülten takipçilerinin bileceği üzere, Rusya’dan satın aldığımız S-400’ler uzun süredir ABD ile aramızda bir inatlaşma haline geldi. Ankara, geçtiğimiz günlerde S-400’lerin aktive edilmesinin koronavirüs sebebiyle ertelendiğini açıkladı. Washington’ın hala S-400’ler konusundaki sert konumunu yumuşatmadığını göz önünde bulundurursak, bu durum Türkiye’nin ABD ile ilişkileri düzeltmek için kapıları hala açık tuttuğunu gösteriyor. S-400’ler, Temmuz 2019’da Türkiye’ye teslim edilmeye başlanmıştı, o zamandan bu yana aktive edilmemiş olmaları ABD ile ilişkileri düzeltebilmek adına bekletiliyor. Hatırlayacağınız üzere, Türkiye bir süredir ABD’nin izin vermesi durumunda muadil ürün olan Patriot’ları alabileceğini söylüyor. Bana kalırsa, bu sürecin sonunda ABD’den Patriot alacak, ve S-400’leri bir kenara bırakacağız. Bunun gerçekleşmesi durumu muhtemelen ABD’nin ve Batı Bloğu’nun Ortadoğu’da Türkiye’yi görece daha destekleyici bir konum alacağı anlamına geliyor. 

Geçtiğimiz hafta ABD, Türkiye’nin Hayat Tahrir Eş-şam gibi terörist addedilen gruplara karşı sert tutumunu devam ettireceğini umduğunu belirtti. Bu grup, Türkiye’nin İdlib’de beraber çalıştığı örgütlerden bir tanesi. Ama, geçtiğimiz aylardaki ateşkes sürecinden bu yana TSK ile bu grup arasında gerilim oluşmaya başladı. Bu hafta, Rusya’nın İdlib’de bulunmasına tepki gösteren grup, TSK’nın İdlib’deki bir yerleşim bölgesine girişini engelledi. Bu gruplarla mücadeleye girişilmesi ABD ile ilişkilerimizi düzeltmek için bir şans olsa da, İdlib’de kalmayı düşünüyorsak başka bir sürü zorluk getirecektir. Hayat Tahrir Eş-şam gibi gruplar sahada TSK’ya destek vermesi açısından, ve Suriyeli olmaları sebebiyle Türkiye’ye avantaj sağlıyor. Bu grupların desteği ortadan kaybolursa, Türkiye’nin Suriye’de asker bulunduruyor olduğunu gerçeğini meşrulaştırması zorlaşacaktır.

U.S. envoy wants Turkey to press militants in Syria’s Idlib

Haftanın Videoları 

Öner Günçavdı ile koronavirüsün ekonomik etkilerini konuştuk. Hoca, aynı zamanda 1945’ten bu yana nasıl bir ekonomik değişim içindeyiz, onu anlattı. 22.06’dan itibaren izleyebilirsiniz.

Çin sinemasından bir öneri. Zhang Yimou’nun (Cang Yimo diye okunur) Yaşamak (Huo Zhe) filmi, Çin’in imparatorluktan devrime giden çalkantılı sürecinde bir aileyi takip ediyor.

Her yerde gördüğümüz beyaz plastik sandalye dünyayı nasıl istila etti? Muhtemelen daha önce “sandalye” demekten ötesini düşünmediğiniz modelin aslında bir ismi de var: Monoblok.