Bican Sağdıçoğlu

Aganta Burina Burinata’nın Ardından / 1: Yapma Hâli

Tüm sonuçlara rağmen her zaman ‘yapma hâlinde olma’yı savunacağız!

7–12 Temmuz’da Nesin Sanat Köyü’nde gerçekleşen Aganta Burina Burinata atölyesinin kendi içinde tartıştığı bir konuyu, dersimizde içimizden birinin kendini ifade etme biçiminden yola çıkarak açmaya çalışacağım:

“Birçok arkadaşımız yolun sonunda nasıl bir sonuç ortaya çıkaracağından bahsetti. Ben şunu fark ettim: Buraya gelirken bunu hiç düşünmemişim.
Ve bu düşünmemek, benim için çok büyük bir mutluluk sebebi. Çünkü her şeyin mükemmel olmak zorunda olduğu bir yerden kaçtım… Benim için önemli olan, belki yalnızca bir şey üretebilmek. Çünkü o üretimle birlikte kendi sesimi birazcık duyabileceğim…
Belki de bu, anlatmama hâlinin ta kendisi olacak. Ben de bu ‘anlatamama’
hâllerine odaklanacağım.”¹

Atölye sırasında kurduğumuz bu diyalog, yalnızca kişisel bir paylaşım değil; aynı zamanda bu buluşmanın ruhunu, kendi oluş hâline katılan
bir tanımı da içinde taşıyor.

Aslında genel anlamda bir yaratım sürecinden söz ediyoruz. Ancak bunu “yaratım” kavramıyla sınırlamak yerine, “yapma hâli” olarak tanımlamayı daha yerinde buluyorum. Yapma hâli; bir tür nihayetsiz — bilhassa sonuçtan azade — ve bitimsiz bir eylem durumu. Bu hâl, bir “olma” hâline,
hatta bir “oluş” hâline yaklaşır.

Oluşturmak, oluşturulmak, oluşum gibi kelimelerle bağ kuran “oluş[mak]” fiilinin kökeni, “ol[mak]” fiiline dayanır. Eski Türkçede “yetişmek” anlamına gelen bu kök, içinde arayışı, edilgenliği ve devinimliği taşıyan “olma” ve “yapma” hâllerinin zenginliğini, dilin oluş hâliyle birlikte görünür kılar.²

Ve bu zengin anlamlı, sezgisel ve rastlantısal olanın sihrini taşıyan yapma hâli;
tüm sonuçlara rağmen, sonsuz bir yeniden edime alan açar. Bu yapma hâli bazen
— bilhassa — oldukça sessiz ve içsel olacaktır. İşte tam da bu yüzden, tüm neticelere, varmalara, ermelere
— ve özellikle de yargılara — karşı “yapma” hâlini savunuyoruz!

Bu yazıyı derdimize ortak olan bir alıntıyla bitiriyorum:

“Öylesine kabuk bağlamışız ki, içimizden dışarıya, dışarıdan içeriye ses gelmez olmuş. Çocukluğumda bir türkü söylenirdi:
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.”³

¹ Bu alıntı, atölye katılımcılarından Sevda Akkaya’nın kişisel paylaşımından alınmıştır.
² Nişanyan Sözlük.
³ Eyüboğlu, Sabahattin. Mavi ve Kara. Çağdaş Yayınları.